100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK IN 100 COUNTRIES 100 SONGS EVSİZ ADAM Tünelden önce farları görünen son metro treni, büyük bir gürültüyle perona yaklaştı ve durdu. Tıknaz, sarışın, mavi gözlü orta yaşlarda bir güvenlikçi kadın, istasyonun içinde oluşan cereyandan korunmak için beklediği kolonun arkasından çıkıp vagonlara yöneldi. Kimsenin içerde kalmadığından emin olmak istiyordu; önce şiddetli bir düdük sesi yankılandı, ardından bağrışmalar duyuldu. Elena, yanımdan fırlayıp ne olduğunu öğrenmek için vagona yöneldi, kolonların arkasında kısa bir süre kaybolduktan sonra geri döndü ve gülümseyerek: “İçerde evsiz bir adam var, vagonu terketmek istemiyor.“ dedi. Bu arada vagonun içindeki bağrışmaların şiddeti artarak devam ediyordu. Elena, içerden gelen bağrışmalara kulak kabartarak: “Güvenlikçi, polisi arayacak galiba.“ dedi. Elena güleç bir kızdı. Her cümlesini kısık ve utangaç bir gülme takip ederdi. Onun bu huyunu bildiğim halde, yine de ona tepki göstermekten kendimi alamadım: “Bakıyorum, adamın merhametsizce soğuk sokaklara atılması seni çok eğlendriyor.“ dedim. Bu sözüm karşısında bozulan Elena: “Tanrı ona da el ayak vermiş, bana da.“ dedi ve sesini gittikçe yükselterek: “Hem ona neden acımalıyım ki? Benim çalıştığım gibi o da çalışmalı.“ diye devam etti. Alaycı bir ses tonuyla: Tabii, sen çalışıyorsun diye, herkes çalışmalı; çünkü burada temel ölçüt sensin!“ dedim. “Hayır, ben emeğin kutsallığından bahsediyorum.“ dedi. “Emek ne zaman kutsaldı biliyor musun? Emek, on bin yıl önce, karnını doyurmaktan başka amacı olmayan bir adamın bir ağacın sert yemişinin kabuğunu kırmak için verdiği mücadele kutsaldı.“ dedim. O sırada, elinde market poşeti ve üzerine gelişigüzel geçirdiği yırtık kıyafetleriyle polisin önüne katılan evsiz adama gözlerim ilişiyor. Mutlak merhamet düşüncesinin beynimden aşağı döküldüğünü hissediyorum. İnsan, empati kurabildiği ölçüde merhametliydi ve empati, bencillik tarlasında yeşeren bir tohumdu. O an, orada cereyan eden olay karşısında yüreğimin hassasiyeti, ruhumun asilliğinden değildi, aynı duruma düşme ihtimali yüksek olan bir seyyahın korkaklığındandı. Elena'nın kahkası beni düşüncelerimden uyandırıyor: “Emeğimin kutsal olması için benim de ağaca mı çıkmam gerekiyor?“ İstasyonu kapatmak üzere olan görevlilerin düdük sesiyle birlikte Elena'nın alaycı sorusu cevapsız kalıyor. Koşar adımlarla istasyondan çıktık ve yol boyunca hiç konuşmadan eve yürüdük. Eve vardığımızda, Elena tek bir sözcük etmeden odasına çekildi. Ben ise, dışarı kıyafetlerimle salonda kanepeye uzandım. Özlem eşiğinin dağlaştığı bir anda, yine üzerime ışıklar kapanmıştı ve ben bu soğuk şehirde, yabancı bir çatı altında yalnız uyuma gücünü kendimde bulamamıştım. Yattığım yerden: “Hayır, ağaca çıkman gerekmiyor.“ dedim. Bir süre tekrar sessiz bekledim, tepki alamayınca devam ettim: “Daha zorunu yapman gerekiyor; tarihin kaotik birikimleri sonucunda oluşan imtiyazlı sınıf ve örgütlerin (ki bu örgütlere devletler de dahildir) olmadığı bir döneme gitmen gerekiyor; çünkü...“ Odanın kapısı yavaşça açıldı, yüzüme tatlı sıcak bir ışık vurdu; söyleyeceklerim yarım kalmıştı. Elena, yüzünde taşıdığı sevgi dolu bir gülümsemeyle: “Burada üşürsün, yanıma gel.“ dedi. Cümlesini bitirirken kısık ve utangaç bir gülme sesi işittim. SON
Hide player controls
Hide resume playing